İskandinav Olma Yolunda, Simülasyon Tadında 3 Hafta: Bir İsveç Güncesi


Takvimlerde yuvarlak içine aldığımız günlerden birindeyim,

Mayıs ayının 24’ünde. Başımın etrafında balondan fikirler uçuşuyor, hangisini avucuma alsam bir diğerinin patlamasına engel olamıyorum. Gözlerim bilgisayarda, canım Elif’in gönderisi çıkıyor karşıma ve ilk olarak “İsveç” kelimesi çarpıyor bakışlarıma. Bu sefer avuçlarımın içi, heyecanın teriyle dolup taşıyor. Malmö’de sosyal girişimcilik konulu yaz okuluna gidecek olmanın hayaliyle uçuşuyor başımın etrafındaki balonlar ve son başvuru tarihinin 25 Mayıs olmasının verdiği tatlı bir telaşla kolları sıvıyorum. Takvimdeki yuvarlağın bir adım sağa kaymasına ramak kalmışken, başlıyorum başvuru formunu en afili cümlelerimle doldurmaya. Ve her cümlemin sonunda kendime diyorum ki “Sen neymişsin be Canan!” Ne olduğumu başkalarından ziyade kendimden duymaya ve ne olmak istediğimi keşfetmeye en çok ihtiyacım duyduğum dönemlerden birindeyim. Başvuru formu doldurmak iyi gelir mi insana? Geliyor işte, öyle ya da böyle bir sebeple ayna tutmak istiyorsan kendine.

Velhasıl kelam aradan bir hafta geçiyor, “Tebrikler” sözcüğü ile eposta kutum renkleniyor ve başımın etrafındaki balonlar yerini midemdeki minik kelebeklere bırakıyor 🙂

Temmuzu heyecanla beklerken, Hazirana bir Kopenhag yolculuğu sığdırıyorum. Uçakla iniş yaparken Öresund Köprüsü çekiyor tüm dikkatimi. Köprünün bir tarafı Kopenhag, diğer tarafı ise Malmö. Başka bir deyişle; bir yanda Kopenhag üzerine kurulan ancak gerçekleşemeyen Erasmus hayallerim, bu hayalin gerçekleşmemesiyle başlayıp yeni hayallerimi süsleyen girişimcilik serüvenim ve diğer yanda kuzey hayallerimi süslemekle kalmayıp onları girişimcilikle gerçeğe dönüştürecek olan Malmö.

Öresund Köprüsü

Böyle bir halet-i ruhiyenin içinde, Baltık Denizi’nin üzerindeyim. Henüz uçaktayken, sanki evime yıllar sonra tekrar gelmiş olmanın tarifsiz heyecanı kaplıyor içimi ve kendi kendime diyorum ki; reenkarnasyon gerçekse bir önceki hayatımda kesin İskandinav’dım 🙂 Bu tarifsiz heyecanımı açıklamak için başka bir sebep bulamıyorum.

Kopenhag’ta seyahat, Edirne’de bayram, İstanbul’da İsveç vizesi başvurusu, Eskişehir’de düğün, İzmit’te aile ziyareti derken üç hafta hızla akıp gidiyor, temmuz ayı gelip çatıyor ve ayın daha ilk gününde, yazımın daha en başında iki elimin arasında tuttuğum iki balon uçuyor avuçlarımdan. Biri 11 senedir hayatımıza eşlik eden kuşumuz, bir diğeriyse tabiri caizse ilk bebeğim olan girişimim…

Veda ederken onlara, şu sözleri fısıldıyorlar sanki kulağıma: “Her bitiş yeni bir başlangıç.”

Haklılar. Öyle de oluyor. Yeni kapılar bana sonuna kadar aralanıyor, ben ise onlara büyük bir heyecanla koşuyorum.

Ve aralanan kapıların ardından kendimi Malmö’de buluyorum.

Beklenen gün gelip çatıyor, 2 Temmuz’da Malmö yolculuğumuz başlıyor ancak doğrudan Malmö’ye giden uçak yok. İyi ki de yok:) Çünkü bu sayede ilk adresimiz tekrar Kopenhag oluyor. 1 ay içinde ikinci kez geliyor olmanın heyecanı, Josy ve Olgu ile tekrar buluşmanın sevinciyle sayılı saatlerimizin nasıl hızlı geçtiğini anlamıyoruz bile.

Reunion @ Nyhavn

Akşam 9 treniyle Kopenhag’tan Malmö’ye doğru yol alıyoruz. Uzaktan baktığımız Öresund Köprüsü’nün tam da üstünde olmanın keyfini çıkarıyoruz ve indikten sonra kalacağımız yurda doğru yol alıyoruz.

Kaldığımız yer Rönnenskolan isimli bir okulun yurdu. Tek kişilik geniş bir odada, Turning Torso’nun uzaktan göz kırpan ışıklarıyla İsveç’te ilk gecemin keyfini çıkarıyorum. İlk ve sonraki gecelerde uyku düzenime gelecek olursak; normalde kesintisiz uyuyan biri olsam da Malmö’de gecelerim 4-6 saatlik uykudan 2-3 kez uyanarak geçiyor. Bu bölünmelere rağmen her güne zinde başlıyorum. Bunun üç sebebi var. İlki her yeni güne İsveç’te başlıyor olmanın verdiği heyecan, ikincisi 11’de bitip 3’te başlayan 4 saatlik geceler, üçüncüsü ise temiz havanın ve şehre hakim olan sükunetin verdiği dinlenme hissi.

Malmö bizi yoğun anca bir o kadar da öğretici bir yaz okulu ile karşılıyor. 12 ila 14 saat arasında süren eğitimlerle design thinking’ten müşteri yönetimine, tohum aşamasındaki fikirden sürdürebilir bir girişim kurmaya kadar olan pek çok süreci çeşitli grup etkinlikleriyle tecrübe etme fırsatı yakalıyoruz. Türkiye, İsveç, Ermenistan, Litvanya, Almanya, Hollanda, İspanya, İtalya, Hindistan, Ürdün, Pakistan gibi dünyanın birçok yerinden edindiğimiz arkadaşlarımız ve onlar sayesinde edindiğimiz çok yönlü bakış açıları ise programın hayatımıza sunduğu en büyük katma değerlerden.

Malmö Yaz Okulu

Yaz okulunun yanısıra, şehrin dokusuna gelecek olursak, Kopenhag’ın verdiği “İskandinav şehri olma” hissiyatının biraz uzağında. Göç alan bir şehir olmasının da etkisiyle çok kültürlü bir yapıya sahip. Mimarisi, günümüzün betonarme binalarıyla geçmişin tarihi dokusunu harmanlıyor ve “Gelecekte Malmö” tasvirleri de bu anlayış üzerine kurulu.

Gelecekte Malmö

Malmö coğrafi açıdan dümdüz bir ovaya kurulmuş, kağıt gibi bir şehir. Durum böyle olunca bisiklet, her İskandinav ülkesinde olduğu gibi burada da temel ulaşım araçlarından biri. Bu da, sürdürülebilir hayat tarzının normalleştiğinin bir göstergesi.

İki hafta boyunca Malmö’de bize eşlik eden bisikletimiz:)

Sürdürülebilirliğe verilen önemin diğer bir göstergesi de her yerde karşınıza çıkan geri dönüşüm kutuları. Bırakın plastiği, kağıdı, camı birbirinden ayırmayı; saydam camı bile renkli camdan ayıracak kadar geri dönüşüme özen gösteren bir bilince sahip Malmö hakkı.

Bu konuya istinaden Malmö ile ilgili yapacağımız başka bir çıkarım da şu ki; ülkede okuma yazma düzeyi yüksek olduğu kadar “okuduğunu anlama” düzeyi de yüksek. “Kağıt” yazan geri dönüşüm kutusunun içinde ağızdan fırlamış bir sakız tanesi bile görmemiş olmak, bu sonuca nasıl vardığımın bir göstergesi niteliğinde.

Geri dönüşüm olduğu kadar organik yaşama verilen önem de cabası. Birçok yerde karşınıza çıkan organik marketler, pazarlar ve ürünler, her gün bisiklet kullanımıyla birleşince iki haftada bile daha sağlıklı görünmek ve hissetmek kaçınılmaz.

Möllevångstorget’da organik pazar

Her Avrupa şehri gibi Malmö’nün de en güzel yeri parkları ve bahçeleri. Yeşille maviyi bir araya getiren bahçelerinde sabah yürüyüşü yapmak, yapılacaklar listenizin ilk sırasında olması gereken maddelerden. Bu yürüyüşü yapabileceğiniz yerler ise Folketspark, Slottsparken ve Pildammsparken.

Reunion @ Slottsparken

Gelelim Malmö’nün ünlü meydanlarına. Şehrin en eski yerleşim alanı olan Lilla Torg ve keyifli vakit geçirebileceğiniz mekanların yer aldığı Möllevångstorget; tarihi binaları, renkli mimarisi, çeşit çeşit restoran ve kafeleriyle Malmö’nün görülmeye değer adreslerinden.

Lilla Torg

Şehrin en bilindik simgelerinden biri de Öresund Köprüsü. Malmö’yü Kopenhag’a bağlayan bu köprünün ilginç özelliği, okyanusun ortasında suyun dibine gömülmüş görüntüsü. Peki ulaşım nasıl mı oluyor? Danimarka’da su altında kalan bir alt geçitten su yüzüne çıkıyor ve sonrasında Baltık Denizi manzarasının keyfini çıkara çıkara İsveç’e doğru yol alıyorsunuz:)

Öresund Köprüsü

İlginç mimarisiyle göze çarpan bir diğer yapı ise 190 m uzunluğu ve 57 katıyla Turning Torso. Halihazırda iş merkezi olan kuleye giriş, firmalardan birinde çalışan değilseniz maalesef mümkün değil.

Malmö’nün simgeleri Turning Torso ve bisiklet

Yüksek bir binanın en üst katından şehrin kuşbakışı manzarasının keyfini çıkarmak istiyorsanız, sizin için en doğru adres Sky Bar. 85 metre yukarıdan şehrin ışıklarını, Öresund Köprüsü’nü, Turning Torso’yu, Central Station’ı, Baltık Denizi’ni ve şehrin daha birçok güzelliğini görmenin keyfi; paha biçilemez…

Sky Bar’dan Malmö manzarası

Ülkeyle ilgili şaşırtıcı noktalardan biri, Danimarka’nın aksine alkol kullanımı konusunda regülasyonların fazla oluşu. Alkollü içecek satışları yalnızca Systembolaget isimli marketlerden saat 19’a kadar yapılıyor. Yaş sınırı ise 20.

Gece hayatına gelecek olursak, mekanlar cuma ve cumartesi günleri açık. Mekanlara girişler genellikle 23.00’ten sonra ücretli ve yaklaşık 100 Kron (40 TL) civarında bir ödeme yaparak doyasıya eğlencenin tadını çıkarabiliyorsunuz.

Velhasıl kelam; sonuna kadar eğlenmenin, öğrenmenin, gezmenin, keşfetmenin ve her fırsatta bisiklet kullanmanın verdiği keyifle iki hafta boyunca Malmö’yü doyasıya yaşıyoruz ve buraya 15 Temmuz’da veda ederek yeni bir yolculuğa kapı aralıyoruz.

Bir sonraki durağımız Stockholm. 

Malmö’den Stockholm’e geçiş tren veya otobüs ile mümkün. Bilet almayı bizim gibi son ana bıraktıysanız, 6 saatlik yolculukla sizi Stockholm’e ulaştıran tren fiyatlarının fahiş yükselmesi sizi şaşırtmasın. Bu nedenden dolayı, FlixBus yolculuğunu tercih ediyoruz ve 9 saatlik bir yolculukla, Jönköping ve Linköping şehirlerini de uzaktan görmenin keyfiyle Stockholm’e varıyoruz.

Jönköping

Stockholm’ün Kopenhag ve Malmö’den ayrı olarak insanı kendine hayran bırakan özelliği; şehrin her yerini çevreleyen kanalları, adaları, bir diğer deyişle bayrağının rengini bile süsleyen mavisi.

Yeşili, mavisi, beyazı, pembesi, kırmızısı, kahvesi ile, kısacası tüm renkleri ile gözleri kamaştıran türden bir güzelliğe sahip Stockholm.

Stockholm’de kaldığımız hostelin adı Generator Hostel. Tren istasyonuna yaklaşık 15 dakika mesafede olan bu hostel, ailelerin de tercih ettiği sakin ve temiz bir mekan. Ücreti ise gecelik kişi başı 25 Euro.

Generator Hostel

Stockholm’de ilk adresimiz, Gamla Stan. Şehrin simgelerinden biri olan Gamla Stan, Stockholm’ün en eski yerleşim alanı. Rengarenk evleri, ince uzun binaları, güzel mimarisi ve meydanındaki sokak sanatçılarıyla en keyifli saatlerinize ev sahipliği yapan bir meydan. Aynı zamanda, Nobel Ödülleri tarihine ilgiliyseniz Nobel Müzesi ve “dünyanın en eski restoranı” olarak Guinness Rekorlar Kitabı’na girmiş olan Den Gyldene Freden isimli restoran mutlaka uğramanız gereken adreslerden…

Gamla Stan

Gamla Stan’ın ardından, soluğumuzu kraliyet ailesinin konakladığı Royal Palace’da alıyoruz. Oradan aşağı doğru ilerliyor ve National Museum‘un önünde “Ordular, ilk hedefiniz Baltık Denizi’dir” adlı eserimizle esen rüzgara ve donduran soğuğa aldırmadan şehrin temiz havasını ciğerlerimize çekiyoruz.

National Museum

İkinci günkü durağımız Djurgarden Adası. Batık geminin sergilendiği Vasa, kuzey halklarının tarihçesinin anlatıldığı Nordiska, müzik meraklıların adresi ABBA, fotoğraf meraklıları için Fotografiska ve açık hava müzesi Skansen gibi pekçok müzeye ev sahipliği yapan adadaki bir günümüze yalnızca Vasa Müzesi’ni sığdırabiliyoruz. Eğer sizin de zamanınız azsa ve hangi müzeye gideceğinize karar veremiyorsanız, şunu söyleyebilirim ki 16. yüzyılda batmış ve 20. yüzyılda gün yüzüne çıkarılıp müze haline getirilmiş Vasa Gemisi’nin sunduğu eşsiz deneyimi yaşamaktan asla pişmanlık duymayacaksınız.

Vasa Müzesi

Vasa Müzesi’nden sonra yürüyerek adanın içlerine doğru yol alıyoruz. Karşılaştığımız manzara ise İskandinav hayranlığımı bir adım daha öteye taşıyan cinsten…

Djurgarden Adası

Stockholm’de son günümüzü, vapura atlayarak adından bile haberdar olmadığımız sokakları keşfetmeye adıyoruz. Ve bir kez daha anlıyorum ki plansızca attığımız adımlar, yüreğimizin götürdüğü yere gittiğimiz sürece hayatımızın en unutulmaz anılarına gebe.

Böyle bir deneyimin bizi götürdüğü Södermalm isimli bölgenin sokaklarını karışlarken bir anne ile çocuğunun araladığı kapı ilgimizi çekiyor. Merakımızı bastıramayıp çıktıkları yerin okul olduğu varsayımıyla oraya doğru adımımızı atıyoruz ve bir anda kendimizi Ivar Los Parkı‘nda buluyoruz. Ivar Los Parkı’nda dikkati çeken ilk nokta, çocuk parkı olmasına rağmen alanda çocuk çığlıklarının olmayışı. Aileleriyle birlikte sakince ve bir yetişkinmişçesine muhabbet eden, adeta büyümüş de küçülmüş miniklerden ve ebeveynlerinden, Türkiye’deki aileler olarak öğreneceğimiz çok şey var belki de…

Ivar Los Parkı

Ivar Los Parkı’ndan kartpostallara manzara olmuş Stockholm manzarasını çıplak gözle görmenin keyfi ise bir başka güzel.

Kuşbakışı Stockholm

Gezdiğini gördüğünü bırak, bize yediğini içtiğini anlat diyorsanız, İsveç’e özgü Kanelbullar isimli tarçınlı ruloları ve Chokladballer isimli çikolata topları mutlaka denemeniz gereken lezzetlerden.

Kanelbullar

Stockholm’ün güzel yanlarından bahsettik, peki ya zorlukları? Aslına bakarsanız, Danimarka yazımda bahsettiğim olumlu ve olumsuz özelliklerin pek çoğunu İsveç’te de görmek mümkün.

Öncelikle turist olarak gitmek istiyorsanız, iyi bir bütçe ayırmanız şart. “Hostelde kalmam, couch bulurum, masraflarımdan kurtulurum” gibi düşünebilirsiniz ancak couch’unuz ile yaşayacağınız bir problemde kendinizi bizim gibi hostelde bulabilirsiniz. Ayrıca, en sağlıksız ancak en uygun fiyatlı hamburger menünün bile 32 TL olduğunu düşündüğümüzde günlük 150-250 TL arası bütçeleri gözden çıkarmak durumunda kalabilirsiniz.

Pahalılığın yanısıra, Stockholm’de bisiklet kullanımı, tüm yolların elverişli olmayışından dolayı Kopenhag ve Malmö’ye oranla daha zor. Her İskandinav ülkesinde olduğu gibi burada da gün içinde dört mevsimi yaşatan hava şartları ve yaz mevsiminde 21 saat, kış mevsiminde 3 saat süren gündüzleri şehre alışmanızı zorlaştırabilecek diğer unsurlardan.

Ancak, her türlü zorluğa rağmen, yine yeni yeniden diyoruz ki:

Ordular ilk hedefiniz Baltık Denizi’dir, ileri! 🙂

 


Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.